Montessori

Montressori


Gelişimsel Farklılığı Olan Çocuklar ve Montessori Yöntemi
Montessori yönteminin temel ilkelerini, bu ilkelerin gelişimsel farklılığı olan çocuklara nasıl uygulandığını ve uygulanabileceğini açıklamaya başlamadan önce bu metodun yaratıcısı ve uygulayıcısı olan kişiden, Maria Montessori’den, bahsetmek gerekmektedir. Çünkü çocuk eğitiminde bugün bile geçerli olan pek çok önemli noktayı vurgulayan ve bunların üzerine bir yöntem kurulmasını sağlayan ilk kişilerden biridir.
Maria Montessori 19. yüzyılın ilk kadın doktorlarındandır ve uzmanlık alanı psikiyatridir. Uzmanlık sürecinde dikkatini, tezini bitirmek üzere bulunduğu psikiyatri kiliniğindeki zihinsel özürlü çocuklar çeker ve onların davranışlarını yakından gözlemleyerek eğitim bilimlerine ilgi duymaya ve bu alanda çalışmalar yapmaya başlar. Etkilendiği bilim insanlarının başında
Fransız doktorlar İtard ve Séguin gelir. Buradan yola çıkarak bu çocuklara tıbbi bakımla değil, ancak eğitimle yardım edilebileceği kanısına varır.


Eğitim bilimlerine duyduğu ilgi onu Pestalozzi’yle, Fröbel’le ve onların ilkeleriyle tanıştırır ve sonunda Pestalozzi’nin daha özgür bir okul yaratma çabaları, Fröbel’in en küçükler için düşündüğü çocuk yuvası, Séguin ve Itard’ın şimdiye kadar eğitilemez olarak bakılanların eğitilmesi için oluşturdukları yöntemler Maria Montessori’nin çalışmasında bir senteze ulaşır. Böylece yöntemin çıkış noktası özürlü çocukların özellikleriyle birlikte çocuk eğitiminde öngörülen çeşitli görüşler oldu. Aynı zamanda yöntemin teorik temelini oluştururken; tıp alanındaki uygulamalardan, sağır dilsizler ve gelişimsel geriliği olanların derslerinde kullanılan tekniklerden, antropoloji tekniklerinden de faydalanır.
Montessori eğitiminin temelinde yatan önemli antropolojik öğeler vardır. Maria Montessori bunları iki temel başlık altında toplar: Normallik ve Deviasyon. Bunları şu şekilde açıklar:
Normalliğin ideal çocuk olarak anlaşılmamasını, bireyin doğuştan gelen becerileri ile varolan somut yaşam ve eğitim koşulları arasında en iyi gelişim olanaklarına kavuşması şeklinde anlaşılması gerektiğini savunur.
Deviasyon kavramını ise yanlış bakış açılarıyla yetiştirilen, kendisini anlaşılamamış hisseden çocuklarda ortaya çıkan tutukluklar olarak tanımlar.


Bu tutukluklar şu nedenlerle oluşur:
– Cesaretin kırılması, aşağılık duygusu, boyun eğme, bağımlılık ve yanlış ödüllendirmeler.
– Sahip olma ve güç hırsı.
– Sürekli hayal kurma, hayal içinde yaşama, saldırganlık.
– Tembellik.

Normalleşmiş çocuk ise şu özellikleri gösterir:
– Düzenlilik tutkusu.
– Çalışma tutkusu.
– Ani konsantrasyon.
– Gerçeğe olan tutku.
– Sessizlik ve tek başına çalışma tutkusu.
– Sahip olma duyusunun hassaslaşması.
– İtaat.
– Bağımsızlık ve girişimcilik.
– Karşılıklı yardımlaşma.
– Kendi kendine disipline olma.
– Neşe.
Montessori çocuğun ruhunu boş bir levhaya benzeten eğitim görüşlerine karşı çıkar ve teorisini beş önemli kavram içinde toplar.

Montessori’ye göre her insan dünyaya belirli potansiyellerle gelir:
a) Yaşamsal Güç: Çocukta doğuştan gelen bir aktivitedir.
b) Psişik Canlı: İnsan zihinsel bir organizmadır.
c) Potansiyellik: Doğuştan gelen hazırlıklı olma durumu.
d) Zihinsellik: Bu kavramla çocuğun doğduğu andan itibaren bütünsel olarak çevresini algılayabilecek konumda olması anlatılır. Çocuk bütün duyu organlarıyla çevresindeki herşeyi absorbe edebilir. Bunu yaparken bu algılama ve zihinsellik tamamen bilinçdışıdır. Burada çocuğun zihninin eleştirel beceriye sahip olana kadar geçirdiği süreç çok önemlidir. Çünkü çocuk çevresine karşı tamamen savunmasızdır. Bu konuda ebeveynlere büyük sorumluluk düşmektedir: Doğru davranış biçimleri, doğru konuşmalar, çocuğa sevgi ve şefkatle yaklaşmak gibi.
e) Duyarlı Evreler: Çocuğun duyu ve zihin aktivitesi duyarlı evreler tarafından yönlendirilmektedir. Bunlar özgül ve çeşitli çevre durumlarına yönelik aşırı öğrenme isteğidir. Çocuk bunu potansiyelinde taşır. Montessori bu duyarlılıkların rastlantısal olmadığını düşünür. Gelişimin bir yapı planı vardır ve bu plana göre çevresiyle etkileşimde bulunduğu oranda insan gelişir. Dil becerileri, sosyal ve toplumsal beceriler, hareket becerileri için ayrı duyarlılık evreleri vardır. Burada söz konusu olan hem olgunlaşma hem de öğrenmedir. Montessori bunlardan daha çok öğrenme üzerinde durmuştur. Çünkü olgunlaşmanın getirdikleri, sürekli çevreden gelen uyaranlarla beslenen çocuk için sadece bir basamaktır ve bu basamakları daha rahat şekilde, en yüksek güçle çıkabilmesi için çevrenin desteğine ihtiyacı vardır. Eğitimle, hatta doğumdan hemen sonra başlayan bir eğitimle, çocuk potansiyelini doğru yapılandırılmış bir çevreyle ve hazırlanmış öğrenme olanaklarıyla en üst noktaya taşıyacaktır.
Montessori gelişim basamaklarının önemi üzerinde durur ve gelişimi 0-3, 3-6, 6-12 ve 12-18 yaş olarak basamaklandırır. Her basamağın kendine özgü duyarlılıkları, gereksinimleri ve özellikleri vardır.
Montessori, yöntemini yukarıda bahsedilen teorik bir temele oturttuktan sonra eğitim ve öğrenme olgusunun pedagojik koşullarının yanısıra duyuları, hareketleri, zihni, konuşmayı ve sosyalleşmeyi geliştirici malzemeleri ve özellikle de dikkatin yoğunlaşması için gerekli olan eğitim ilkelerini araştırır. Amacı korku ve başarı baskısı olmadan, tek kalıba sokan grup zorlaması uygulanmadan, çocuğun bireysel gelişimini ve bağımsızlığını destekleyici öğeleri ve ödevleri bulup uygulayabildiği, özgür fakat aynı zamanda iç disiplini öngören bir eğitim programı yaratmaktır. Burada bireysel kişiliğin bir parçası olarak dikkatin yoğunlaşabilmesi bu eğitim prensiplerine bağlıdır ve dikkatin yoğunlaşması eğitimin anahtarıdır. Çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarını, bireysel gelişim farklılıklarını göz önünde bulundurmak ve eğitimcilerin bunları iyi bilmesi her çocuk için doğru yaklaşımı geliştirmenin önşartıdır. Çünkü çocuğa o anki somut gelişiminin gerektirdikleri verilmezse “yetersiz zihinsel beslenme”den söz edilir.
Eğitimin en baştaki görevi, çocuğa bağımsız olmayı sağlayacak herşeyi bulabileceği, gelişimini destekleyen en uygun çevreyi hazırlamaktır.


Yaşam ortamlarımız tamamen yetişkinlere göre yetişkinler tarafından hazırlanmıştır. Bu yüzden çocuğun yorulmak bilmeyen aktivitesine, öğrenme ve araştırma güdüsüne sınırlar çizilmiştir. Böyle bir ortamda çocuğun bağımsızlaşması ve öğrenmesi, potansiyelini geliştirmesi mümkün değildir. Ayrıca çocuk temel olayları ve davranışları kavrayamamaktadır. Burada Montessori “hazırlayıcı çevre”den bahseder. Hazırlayıcı çevre çocuğun kişiliğinin oluşması için pedagojik olarak biçimlendirilen çocuk ve kültür yönelimli bir yaşam, öğrenme ve gelişim alanıdır. Bu ilkeye bağlı kalarak çocuğun kullanacağı tüm eşyalar çocuğun ölçülerine ve gücüne uygun hale getirilmelidir. Burada tuvalet, banyo, mutfak gibi çocuğun yaşamsal gereksinimlerini karşılayacağı ortamlar da önem taşımaktadır. Ayrıca çocuğun kullandığı tüm malzemelerde, çocuğa verilen tüm ödevlerde, bütün öğrenme durumlarında bireysel uyuma ve zorlukların çocuğun başarısına göre basamaklandırılmasına dikkat edilir. Uğraş seçiminde özgürlük tüm malzemelerin açık dolaplarda ve çocuğun ulaşabileceği şekilde düzenlenmesiyle sağlanır. Çocuk bir ödevi ya da nesneyi ilgisine ve becerisine göre yetişkinden bağımsız olarak seçmelidir.


Montessori oyunun çocuğun yaşantısındaki ve gelişimindeki önemini vurgulamak için çocuğun faaliyeti için “çalışmak” kavramını kullanır. Çocuk bilinçsiz işlev ve beceri geliştiren oyundan yetişkinliğin bir belirtisi olan hedefli, başarı ve üretim amaçlı çalışmaya doğru bir gelişim çizgisi çizer. Çocuğun oyun-çalışma faaliyeti sırasında ağırlık davranışta bulunmanın ta kendisidir. Bir işi bitirip yenisine başlamak ikinci sıradaki amaçtır. Buna göre Montessori çocuklara kurduğu ilk çocuk evinde yinelemeler ve böylelikle işlev hevesi ve böylelikle dolaylı olarak işlev artışı sağlayan çok değişik uğraşlar sunar. Ayrıca çocukların yemek pişirmek, masayı kurmak ve kaldırmak, el işleri gibi tamamlayabileceği ya da sonuçlara ulaşabilecekleri işlere önem verir. Çocukların kendileri tarafından belirlenen özgür oyun olanakları eğitimin bir parçasıdır. Estetik ve motivasyon çocuğun çalışma isteği duymasını, faaliyete yönelmesini teşvik eder. Herşeyin rengarenk bir görünümde düzenlenmesi ve mekanın estetik olarak biçimlendirilmesi gerekir. Montessori, çocuk evinin kuruluşunda yukarıda belirtilen ilkelerin yanı sıra çocuk evinin yapısı ve düzeni üzerinde de önemle durur. Düzen, çocuğa özgüven kazandırır. Kullanılan materyallerin de sınırlanması burada önemlidir: Herşeyden yalnızca bir adet bulunmalıdır, çünkü fazlalık çocuğu hareketsizliğe itmekte, noksanlık da ileriye götürmemektedir.


Montessori yönteminde bölünmüş öğrenme alanları, her bir alana ait materyal grubu vardır.

Bunlar:
– Günlük hayat uygulamaları köşesi: Bu grupta günlük yaşam için gerekli olan bütün gereçler çocuğa uygun bir biçimde sunulur. Kişinin kendi bakımı ve mekanın temizliği, çiçek ve hayvan bakımı gibi gruplar için de gerekli tüm araçlar bulunur.
– Duyu materyalleri: Bu grupta beş duyuya yönelik materyaller bulunur. Bu duyulara sürekli hareketle bağlantılı olarak hitap edilmekte ve böylece zihin ve dikkat, yani çocuğun konsantrasyonu uyarılmaktadır. Bütün duyu materyalleri açık olan dolaplara materyellerin özelliğine göre yerleştirilir; mesela pembe kule, kule şeklinde dizili olarak dolapta durur. Her çocuk çalışmak istediği materyali istediği çalışma alanına (halının üzerine ya da masaya) taşımayı ve yerleştirmeyi eğitimcinin rehberliğiyle öğrenir. Böylece bu materyal grubundaki tüm materyellerle sadece duyusal uyaran sağlanmaz, motor becerilerle ilgili de geribildirim sağlanır. Örneğin çocuk pembe kulenin küplerini halının üzerine tek tek taşıyarak yerleştirir. Küpün ağırlığıyla ilgili uyarı bedensel aktivitenin düzenini ayarlar.
– Matematik materyalleri köşesi
– Konuşma materyalleri
Ayrıca bu materyal köşelerinin yanısıra bu materyallerle paralel hedefleri sağlamaya çalışan oyunlar ve etkinlikler de Montessori eğitiminin bir parçasıdır.
Böyle zengin ve iyi bir teorik temel sayesinde Montessori eğitimi çocuk eğitimi için ve geçerliliğini uzun zamandır korumaya devam eden modern bir eğitim yöntemidir. Ülkemizde bu eğitim modelini temel alan çok az eğitim kurumu olsa bile özellikle Avrupa ülkelerinde yöntem yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bunun önemli sebeplerinden bir tanesi de çocuk eğitimiyle ilgili kültürel ve toplumsal değerlerin, uygulanabilirliği aksatmasıdır. Türk toplumunda çocuk yetiştirme biçimi oldukça korumacı bir tutum sergilemektedir. Çocuğun zarar göreceği düşünülerek eline cam tabak, bardak verilmez. Çocuk (uzun bir süre plastik veya metal tabakta yemek yer) “sen daha küçüksün” denerek, çocuğun düzeyine indirgenerek yapması sağlanabilecek, bir çok işten mahrum bırakılır: bulaşık yıkamak gibi. Hatta çocuk ilköğretime başladığında uzun bir süre çantası onun yerine taşınır. Çünkü çanta ağırdır. Çantanın ağırlığının çocuğun taşıyabileceği düzeye getirilebileceği hiç düşünülmez. Böylece çocuğun alması gereken en ufak sorumluluk bile ona çok görülür. Oysa çocukların sorumluluk sahibi bağımsız kararlar verebilen yetişkinler olarak yetişmesinden dem vurulur. Montessori eğitiminde ise temel amaç çocuğun herşeyi deneyimleyerek özgür, sorumluluk sahibi, bağımsız yapıcı bir kişilik geliştirmesidir. Bu sebeple Montessori eğitimi veren okullarda mutfaktan kapı kollarına, tuvaletlere ve materyallere kadar herşey çocuğa göre düzenlenmiştir. Susadığı zaman sürahiden cam bardağa su koyup içebilmekte ya da cam tabakta yediği yemeğini bitirdiğinde tabağını yine kendisi mutfağa götürebilmektedir. Çünkü çocuk bütün bunları yapabilecek potansiyele sahiptir ve uygun şekilde rehberlik edildiğinde bu potansiyel maksimum düzeyde açığa çıkacaktır. Burada aile eğitiminin ve eğitimci eğitiminin önemle vurgulanması gerekmektedir.

Dr.Maria Montessori aşağıdaki bölümde yöntemin ana fikrini ve eğitimcilerin bu yöntemdeki önemini çok kısa ve öz olarak ifade etmektedir:

“Bilimsel gözlem eğitimin öğretmenin verdiği bir şey olmadığını belirtmiştir; eğitim insanoğlu tarafından taşınan tamamen doğal bir süreçtir ve kelimeleri dinleyerek değil çevreden gelenleri deneyimleyerek kazanılır. Eğitimcinin rolü kültürel aktivitelerdeki motifleri özel hazırlanmış bir çevreyle birleştirerek zorla kabul ettirici veya müdaheleci yöntemlerden sakınmak olacaktır. İnsan eğiticileri yapılan büyük işe sadece yardımcı olabilir; tıpkı efendilerine hizmet eden hizmetçiler gibi. Böyle yaparak, insan ruhunun nasıl özgürleştiğine ve olayların kurbanı olmayacak yeni bir bireyin nasıl yükseldiğine tanıklık edecekler ve toplumun geleceğini yönlendirdikleri ve şekillendirdikleriyle ilgili kesin bir görüşe sahip olacaklardır.” (www.montessori. edu/maria.html)
Maria Montessori’nin gelişimsel farklılık gösteren çocukları gözlemlemesi ve yöntemin oluşmasında bu gözlemlerin önemli bir yerinin olması bu yöntemi aynı zamanda bir özel eğitim yöntemi haline de getirmektedir. Özellikle Down Sendromlu, nöromotor gelişim geriliği ve psikomotor gelişim geriliği olan çocuklarda bu yöntemin kullanımı oldukça olumlu sonuçlar vermektedir.

Farklı gelişen çocuklarda kazanılması gereken en önemli becerilerin başında dikkatin belirli bir olay üzerinde yoğunlaşması gelir. Zaten Montessori’nin üzerinde önemle durduğu ve çocuk eğitiminin temel prensipleri arasında kabul ettiği de bu noktadır. Ayrıca bu yöntemde kullanılan materyaller ve yaklaşım farklı gelişen çocuğun ailesi için de evde kullanılabilirlik ve çocuğuyla en iyi iletişimi kurabilmesini sağlayıcı özellikler taşımaktadır. Yöntemin materyalleriyle bu çocukların zihinsel, motor, dil ve iletişim sosyal becerilerinin en iyi şekilde desteklenmesi sağlanır. Yöntemin kendine ait değerlendirme skalası özel gereksinimli çocuğun becerilerinin değerlendirilmesi ve eğitim planının oluşturulmasında da yardımcı olur. Montessori terapisi olarak da adlandırılan bu çalışmada aile eğitimi çok büyük önem taşımaktadır. Özellikle bizim toplumumuzda çocukla daha çok ilgili ebeveynin anne olduğu düşünülecek olursa annenin bire bir belirli kurallar çerçevesinde çocuğun seansını izlemesi ve terapistin yönlendirmeleri doğrultusunda çocuğuyla oyun oynaması ona “hazırlayıcı çevre” sayesinde birşeyler öğretmesi sağlanır. Böylece bu yöntem sayesinde özgüven geliştiren sadece çocuk olmayacak anne de çocuğuyla bir şeyler paylaşmanın onu yakından tanımanın mutluluğunu ve güvenini yaşayacak ve ebeveynlerin farklı gelişen çocuklarını kabul sürecini daha rahat geçirmelerini de sağlayacaktır.


Özel eğitim alanında yapılan çalışmaların önemli bir kısmını aile eğitimi oluşturmalıdır. Bu rehabilitasyonun da önemli kollarından biridir. Çünkü farklı gelişen bireyin gelişebilmesi tıbbi, eğitimsel ve psikolojik yaklaşımların belirli oranlarda doğru ve uygun şekilde işbirliği içinde uygulanmasına bağlıdır. Montessori eğitimi farklı gelişen bireyin ve ailesinin de ele alındığı bir yöntemdir ve bu yaklaşımların koordinasyonu içinde önemli bir yere sahip olmalıdır